12 Şubat 2012 Pazar

The Bodyguard

                   
            Çok başka şeylerle başlamak geliyordu içimden...Sabah okuduğum bir haber yazının da seyrini değiştirdi.Gencecik bir kadın ölmüştü.Whitney Houston ölmüştü.Hangimiz onun o  müthiş filmini izlemedik ki...Hangimiz o müthiş filmin o müthiş şarkısını mırıldanmadık ki...
            Sinema tarihinin klasikleri arasında yer alan herkesin en az bir defa izlediği film...'The Bodyguard'.


       
           Başrollerini   Kevin Costner ve Whitney Houston'ın oynadığı 1992 yapımı filmin yönetmenliğini Mick Jackson yapmıştı.Whitney Houston'ın popüler bir şarkıcıyı canlandırdığı filmde Kevin Costner ise onunla anlaşamayan fakat korumaya çalışan  bodyguardını canlandırmıştı.Fakat bu zıt kutuplar daha sonra aşkın içinde bulmuşlardı kendilerini.
            Filmin unutulmazlarından biri de afişte yer alan bu kareydi.Filmi özetleyen bir kare...
            O filmi film yapan şeylerden biri de tabi ki unutulmaz soundtrack...

            If I should stay
            Eğer Kalırsam
            I would only be in your way
            Sadece Senin Yolunda olacağım
            So I'll go but I know
            Öyle Gideceğim Ama Biliyorum
            I'll think of you every step of the way
            Yolun Her Basamağında Seni Düşüneceğim
            And I will always love you
            Ve Seni Her zaman Seveceğim
            Will always love you
            Her zaman Seveceğim
            You, my darling you
            Sen , benim Sevgilim Sen


             Kişilerle bütünleşen filmler vardır.Whitney Houston o filmle bütünleşmişti.'Iwill always love you 'ise herkes tarafından söylenmiştir ama kimse onun kadar sevdirememiştir,hissettirememiştir.Zamana meydan okuyan bir film ve bir şarkı..
              Bir daha izlemeli bu unutulmaz filmi.İyi seyirler...Vanilya tarçın kokusuyla...
                     

                                                                                         Miss Pure Tarçın
                                                                 

Renkli Pilav

Evet, evet yine harika bi C. tarifi. Aslında tarif 8 kişilik ama ben yarım malzeme ile yaptım, malum tek kişilik hayatım.. Yine de size tam tarifi yazıyorum..

Renkli Pilav,

2 su bardağı pirinç
3 su bardağı kaynar su
3 yemek kaşığı bezelye
4 yemek kaşığı küp küp doğranmış havuç
3 yemek kaşığı mısır
3 yemek kaşığı tereyağ
1 palet tavuk bulyon (Ben daha önceden hazırlayıp buz torbasında buzluğa koyduğum tavuk suyu tabletlerimden kullandım)
1 çay kaşığı şeker

Pirinci üzerin, geçecek kadar kaynar su ile ıslatıp içine limon doğrayıp bir yemek kaşığı tuz ile bekletiyoruz. Bu pirincin bembeyaz olmasını sağlıyor.. Sevigli C.'den aldığım tüyo, bezelye ve havucu pişme süreleri ayrı olduğu için ayrı ayrı haşlanamanız gerek ama çalışan ve pratik olmak zorunda olan bir kadın için garnitür konserveleri hızır gibi yetişiyor.. Yarım saat beklettiğimiz pirinci suyun altında şefaflaşana kadar yıkayıp tereyağında kavuruyoruz.. tavuk suyunu, şekeri ve limo suyunu ekleyip kavurmaya devam ediyoruz. Mısır, bezelye ve havucu da ekleyip üzerine kaynar suyu koyuyoruz, önce yüksek ateşte sonra kısık ateşte suyunu çekene kadar pişiriyoruz. 30. dk kadar dinlendirdikten sonra servis yapıyoruz.. Ben servisi kaseye koyup tabaklara ters çevirerek yapmıştım. Pilavın rengi de lezzzeti de enfes oluyor..

Mutfağınızdan tarçın, ruhunuzdan vanilya kokusu eksik olmasın..

Sevgiler,
Miss Pure Vanilla

Hünkar'a Hünkar Beğendi

Bu tarif yine Sevgili C.'den..

Hünkar'a Hünkar Beğendi, Onunkisi tam bir Hünkar zaten:)

Hünkar; (En güzel Hünkar'lara layık :) )
Yarım kilo yağsız kuzu eti (Güvendiğiniz bir kasaptan leziz bir et almazsanız tüm emeğiniz boşa gider, Hünkar'ınıza yazık olur.)
2 diş sarımsak
1 çorba kaşığı un
1 yemek kaşığı salça
Baharat

Etleri tereyağı ile suyunu çekene kadar pişiriyoruz, unu ekliyoruz.. Salçayı, sarımsakları ve baharatı (ben özellikle karabiber, kırmızı biber ve kekik kullanıyorum)  ekledikten sonra birazcık su ekleyip düdüklüde 5 dk. kadar pişiriyoruz. Tuzu en son ekliyoruz ki lokum kıvamına gelmiş etlerimiz sertleşmesin:)

Beğendi;
3-4 Patlıcan ( mevsim itibari ile patlıcanlar çok lezzetli olmadığı için C.'nin tavsiyesi ile ben hazır közlenmiş patlıcan kullandım..)
3 çorba kaşığı un
4 çorba kaşığı tereyağ
2 su bardağı süt
1 tatlı kaşığı tuz

Unu tereyağı ile kavuruyoruz, iyice karıştırarak sütü azar azar ekliyoruz, tuzu ekliyoruz ve kıvama gelince dek karıştırarak pişiriyoruz.. Közlenmiş patlıcanları sos ile karıştırıyoruz..

Beğendinin üzerine hünkarı koyup Hünkar'ımıza servis yapıyoruz:)

Mutfağınızdan tarçın, ruhunuzdan vanilya kokusu eksik olmasın..

Sevgiler,
Miss Pure Vanilla

Kremalı Mantar Çorbası

Şimdi yayınlayacağım 3 tarif canım arkadaşım C.'den..
Kendisinin elinin lezzeti gibi, evinin temizliği, ruhunun güzelliği de ünlüdür:)



1 paket (400 gr.) mantar (Migros'da temizlenmiş, doğranmış olanları satılıyor, çok pratik..
1 orta boy soğan
3 çorba kaşığı un
1 paket krema..
4 su bardağı su

Soğanları minicik minicik doğrayım zeytinyağında kavuruyoruz, pembeleşen soğanların üzerine unu ekliyoruz . (yağı az koymuyoruz ki, içine unu eklediğimizde topar topar olmasın..) Un da kavrulup pembeleşince üzerine suyumuzu ve mantarları ekliyoruz.. Aman gözünüz korkmasın, ilk koyduğunuzda mantar lapası olacak izlenimi veriyor ama mantarlar pişip küçüldükçe çorbamız kıvama geliyor.. Altı çok açık olmadan arada bir karıştırarak mantarlar iyice yumuşayana kadar kapağı yarı açık pişiriyoruz.. Mantarlar yumuşayınca bir paket kremayı ekleyip bir taşında daha kaynatıyoruz..

Sevgili C. çıtır ekmekle servis yapıyor ama ben bu çorbayı üzerine karabiber ile daha çok seviyorum.. Tercih sizin..

Murfağınızdan tarçın, ruhunuzdan vanilya kokusu eksik olmasın..

Sevgiler,
Miss Pure Vanilla

11 Şubat 2012 Cumartesi

Hayallerin Peşinde - Revolutionary Road 2008

Aslında film yazıları genelde Sevgili Miss Pure Tarçın'dan gelir ama bugün bir değişiklik yapmak istedim..

Hayallerin Peşinde, Revolutionary Road, Kate Winslet (April)  ve Leonardo DiCaprio'nun (Frank) baş rolü paylaştığı 2008 yapımı bir film..



Filmde 1950'lerde çocukları ve huzurlu bir yaşam için kasabaya yerleşen genç bir çiftin yaşamak istedikleri hayata ulaşmak için yaptıkları ya da yap(a)madıklarını  konu alıyor.. Filmin başlangıç sahnesindeki;

April: - Nelerle ilgilenirsin?
Frank: - Bu soruyu cevaplarsam yarım saat içinde ikimizde sıkıntıdan ölmüş oluruz.

diyaloğu aslında filmin gidişatını gösteriyor..

Filmde April ne istediğini bilmeyen ama yaşadığı hayattan da mutlu olmayan bir kadını oynuyor. Tiyatro eğitimi almış fakat yaşadıkları kasabada hayallerini gerçekleştirememiş, başarısız bir tiyatro oyuncusu olmasının sorumlusu olarak da kocasını görüyor. Ağır depresyon içinde olması onun davranışlarını ve sözlerini zehirliyor. Frank ile arabada yaptıkları bir tartışma sahnesi var ki, her ikisinin de oyunculuklarına 10 puan verirken kadın erkek ilişkileri hakkında da düşünmeye sevk ediyor.

April ne istediğini bilmediği için daha önce hiç gitmediği ama Frank gidip beğendiği için güzel olduğunu söylediği için Paris'e yerleşmek istiyor.. Orada istedikleri gibi bir hayat yaşayabileceklerini düşünüyor. Üstelik bunu işinden memnun olmayan kocası için yapmak istediğini söylüyor.. Frank'da karısının hayallerine kapılacakken April'in 3. çocuklarına hamile olduğunu öğrenmesi ve bir de iş yerinde güzel bir terfi almasıyla belki de tam da yaşamak istedikleri hayatı yaşadıkları ya da en azından gelir düzeylerinin artması ile o  küçük kasabada da farklı ve ilginç bir  yaşama sahip olabileceklerini düşünüyor.

April'ın ağır depresyonu onu filmde bambaşka ruh halleriyle karşımıza çıkarıyor.. Öyle ki, onu bir gece seni hiç sevmiyorum diye orman içinde koştururken aynı gecenin sabahında ailesini mutlu, sıcak bir kahvaltı hazırlayan ev kadını rolünde görebiliyoruz. Zaten sonunda kendi buhramlarıyla birlikte Frank'in terfi alacağı gün bebeğini ve kendisini öldürüyor.. Frank şehre yerleşiyor ve iki çocuğuyla birlikte yaşamaya başlıyor..

Filmde dikkat edilmesi gereken küçük detaylardan biri Wheeler ailesinden hep övgüyle bahseden bayan Giving's in yaşananlar sonrası her zaman biraz garip bulurdum yaklaşımını sergilemesi..
Yine atlanmaması gereken bir nokta; bayan Giving's in deli oğlunun söylediği bir cümle var ki; gerçekten mutsuz bir ailede en çok çocukların yıprandığını hatırlatıyor.. (- i'm glad one thing, i'm glad i'm not gonna be that kid. / Mutlu olduğum tek bir şey var ki, o çocuk ben olmayacağım.)
Son sahne; Mr. Giving's in karısının dırdırlarından kurtulmak için işitme cihazını kapatması.. Keşke herşey için böyle çözümler olsa değil mi?

PS: Ne yazık ki, April'in bazı tavırlarında kendimi görmediğimi söylesem yalan olur.. Özellikle bunu şimdi konuşmak zorunda mıyız? kısmında.. Dışarda 3. bir göz olarak görmek iyi geldi.. Pek sevimsizceymiş.. Bu da  benim itirafım..

PS: Sevgi güzel şey:) Bu filmi izlemek de çok güzeldi..

Mutfağınızdan tarçın, ruhunuzdan vanilya  kokusu eksik olmasın..

Sevgiler,
Miss Pure Vanilla

Zeytinyağlı Enginar

Yazdığım tariflere baktım da
Çoğunda Zeytinyağlı etiketi var..
Oysa çok değil, bunda daha bir kaç yıl öncesine kadar
Değil zeytinyağlı enginarı, barbunyayı
Zeytinyağlı salata bile yemezdim ben..

Şimdi ki bu zeytinyağlı tutkum,
Aslında Sevgili Teyze S. nin eseridir,
En çok onun elinden yediğim zeytinyağlılarla sevdim ben bu enfes yemekleri..
Sonra zamanla onun tariflerine kendi damak tadımı ve tabi ki o enfes özenimle büyüleyici sevgimi kattım..
Ortaya mutlucuk perisinin büyülü sofraları çıktı..
İşte o büyülü sofralardan bir tarif,

Zeytinyağlı Enginar,


5 adet enginar göbeği
1 minik havuç,
1 ufak patates,
1 soğan,
1 tatlı kaşığı un,
2 kesme şeker
1 kahve fincanıı halis zeytinyağı
ve isteyene 1 kaşık bezelye ( ben  bezelye sevmediğim için kullanmıyorum.)
Yarım limon

Zeytinyağını tencerede kızdırın, soğanı azcık pembeleşene kadar kavurun.. Üzerine havuç ve (tuzlu suda nişastasını attırdığınız) patatesi ekleyerek kavurmaya devam edin.. Kavrulan sebzelerin üzerine enginarları, limonu, unu ve zeytinyağlının vazgeçilmezi şekeri ekleyerek kısık ateşte malzemeleri çevirin..

Ben pişirmede Tefal'in NutriCook düdüklü tenceresini kullanıyorum. Ortalama 20 dk. bir pişirme süresinin sonunda enginarımız eşsiz lezzetiyle pişmiş oluyor.. Soğuduğunda enginarların göbeğine garnitürlerimizi doldurup üzerine dere otuyla servis ediyoruz..

Aman diyip o leziz suyunu boşa harcamayın, özellikle rakı sofrasında o suya ekmek batırmak dünyanın en harika keyiflerinden biri.. Unutmayın, yemeğe koyduğunuz sevgi en çok suyunda var:)

Mutfağınızdan tarçın, ruhunuzdan vanilya kokusu eksik olmasın..

Sevgiler,
Miss Pure Vanilla

4 Şubat 2012 Cumartesi

Artist

            Soğuk günlerden sonra sıcak bir merhaba...Güzel İstanbul'um karla bembeyaz oldu da her şey durdu.Meğer iliklerime kadar üşümeyi, kar tanelerinin etrafımda dönmesini özlemişim.İş yerimin olduğu yer adeta Uludağ'ı anımsattı bize, trafik felç oldu.Çalışmalar yetersiz kaldı.Şişli Belediyesini tebrik ediyorum sabahın köründe bile tuzlama çalışmalarını gördüm.Bizim semtte hayat çok güzel devam etti yani:))
             Şimdi kar gitti griliğe döndük.Geri gel kar biraz temizlenelim:))
             Her pazar yazdığım sinema yazısını büyük bir heyecanla bugün yazmak istedim.İzlediğim muhteşem bir filmi sıcağı sıcağına paylaşmanın hevesi var içimde...Atlamamamız gereken bir güzellik.'Artist ( The Artist ) '


             

              En son yazımda bir Fransız filmi yazmıştım hemen ardından yeni bir Fransız filminin olması tesadüf oldu.İzleyince içimden 'Keşke böyle bir film daha önce çekilseydi.'dedim.
              Gelelim filme ; Michel Hazanavicius 'un yönetmenliğini yaptığı filmde Jean Dujardin ve Bérénice Bejo başrollerde.1927'ler sessiz sinema dönemi...George Valentin ( Jean Dujardin) ise sessiz sinema döneminin en popüler oyuncusu...Peppy Miller (Bérénice Bejo) ise figüran... Sessiz sinema yerini sesin kullanılmaya başlanmasına bırakınca George Valentin'in popülerliği de yerini Peppy Miller'a bırakır.George gururlu davranır ve hayatının akışı tersine döner.George düşerken Peppy yükselir.
                Konuyu çok fazla anlatmak istemiyorum.Bildik bir hikaye o kadar eğlenceli ve farklı anlatılmış ki..Film en sonuna kadar sessiz sadece aralarda bir kaç cümle okuyorsunuz.Bu tarafıyla da sessiz sinemaya siyah beyaza, bir  saygı duruşu.Sahneler çok güzel kurgulanmış.Çok güzel atıfta bulunulmuş o döneme.Filmin en sonunda da beklentimi karşılayıp sürprizlerini yaptılar:)
                Filmi izledikten sonra sessiz bir filmin altından ancak iyi bir oyunculuk kalkabilirdi diye düşündüm.Jean Dujardin ve Bérénice Bejo çok güzel bir ikili olmuş , çok güzel paslaşmışlar.Dujardin ve Bejo dışında kimseyi yakıştıramazdım bu filme.Asil duruşları ve karizmaları o döneme ait bir iz.
                 Jean Dujardin'e gelince hani filmin en başından en sonuna bu kadar mı izlettirebilir bir oyuncu kendini.Dujardin'e bu rolü Cannes film festivalinde 'En iyi erkek oyuncu' ödülünü kazandırdı.Bence Oscar'ın da en kuvvetli adayı.Oscar'ı alacağını düşünüyorum.(Dujardin'in karizması ve yakışıklılığını da atlamayacağım:))
                  Jean Dujardin'in filmde ki Clark Gable Ayhan Işık arası bıyıklı  hali de ,Bejo 'nun saçları da o döneme vurgu yapmış:))
                   Film de etkilendiğim bana göre en güzel noktayı da söylemeden edemeyeceğim.George Valentin
Peppy'e 'Aktrist olmak istiyorsan başkalarında olmayan bir şey olmalı sende' der ve dudağına kalemle bir ben yapar.Bir adamın bir kadına bakışı ,keşfedişi ve sanatçının farklılığına yapılan bu vurgu çok hoşuma gitti.
                   Günümüze yorumlamak gerekirse bence bu cümle medyatik ve sanatçı arasında ki farkın da altını çiziyor:))
                    Bu filmi düşünüp hayata geçirenlerin ellerine sağlık.Şimdiden iyi seyirler.Vanilya ve tarçın kokusuyla...

                                                                                                Miss Pure Tarçın