22 Kasım 2012 Perşembe

Bu çorbanın adı çok:)

Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer demişler..
Pek de doğru demişler.
Tecrübeyle sabittir.
Hem de bir çok defa..

İşte size kanıtı..
20Ekim2012..
Aslında depresyonun girdabındayım..
Yüzümde gülücük kırıntıları gezinirken yalnızca,
Yürekten gülümseyi özlemişken..
Bir çorba yaptım,
"O nasıl çorba o" dedirten..
Adı aşkın çorbası oldu,
Nam-ı Diğer Sevgili Zuu'mun çorbasının..
Ama bir çoğu mercimek çorbası der..
Bu çorbanın adı çok,
Ama en çok aşkın çorbası :)

İşte tarifi;


Malzemeler,
1 orta boy patates
1 orta boy soğan
2 orta boy havuç
1 kase mercimek

Zamandan kazanmak için soğanları yemeklik doğrayıp patates ve havuçları rendeliyoruz, zeytinyağında tüm bu sebzelerimizi güzelce kavuruyoruz, mercimeği de ekleyip kavurmaya devam ediyoruz.. Üzerine sıcak su ve bir miktar da et suyu ekleyip kaynatıyoruz, sebzeler iyice haşlandığında mikserden geçiriyor ve çorbanın kıvamını ayarlıyoruzz. Tuzu da konulunca çorbamız sunuma hazır.. Çorba sunumu ise özeldir.. Ben en çok ekmek tabağında servis edilen çorbayı severim ama bu kez sunumumuz fincan da, üzerinde ise tereyağında yakılmış kırmızı biber ve nane.. Iııımmmm afiyet olsun...

Bu çorbanın adı çok,
Kimi mercimek çorbası der,
Bence Zuu'mun çorbası,
Ama en çok aşkın çorbası:)

PS: Sevgili Zuu'ma tarif için teşekkürler..

Mutfağınızdan tarçın, ruhunuzdan vanilya kokusu eksik olmasın..

Sevgiler,
Miss Pure Vanilla

Tiramisu

Tatlıyla aram yoktur,
Ama bir cheesecake, bir de tiramisu tatlı değil, candır..
Cheesecake deyince Reyhan'ın vişneli cheesecake'in üzerine tanımam, zira henüz bir cheesecake yapma deneyimim de olmadı..
Tiramisu ise evimin vazgeçilmez lezzetidir..
İşte size pratik Tiramisu..


Malzemeler;
1 paket kedi dili
1 fincan kahve (Ben starbucks'ın blonde ya da cristmas serisini kullanıyorum..)
1 paket Dr. Ortker Tiramisu..
1 kahve fincanı rom ya da baileys
1 paket labne peynir
Kakao

Starbucks'ın o çok özel kahvesini sıcak süt ile french press şeklinde hazırlıyoruz, kahvenin içine ben evdeki tedarik durumuma göre baileys, rom ya da Starbucks'ın Toffe Nut şurup kullanıyorum..
Dr. Ortker'in Tiramisu setinden yalnızca krema karışımını kullanıyorum, kek karışımı ne yazik ki çöpe gidiyor.. Çünkü kek yerine kedi dilidir Tiramisuyu Tiramisu yapan.. Kedi dilini borcama dizip hazırladığımız o leziz kahve ile bolca ama tabi ki çok abartmadan ıslatıyoruz.. Üzerine Dr. Ortker de anlatıldığı şekilde hazırlanmış kremayı döküyoruz ve bir sıra daha kedi dili dizip ıslatıyoruzz.. En sonnn üzerine kalan kremayı da döküp tiramisumu kakao ile kaplıyoruzz...

Yanındaaaa, bir önceki yazımda anlattığım türk kahvesi ile afiyetle yiyoruz...

PS: Söylemeden edemeyeceğim, o resimde gördüğünüz kahve dudak yakan kahve olarak fincanda ocakta pişirilmiş, yanında nane likörü ile ikram edilmiştir. Ayrıca suyumuz Yunanistan Sevgili Canım Arkadaşım N. tarafından getirilmiş sakız reçeli ile tatlandırılmıştır.
Neydi? Şimdi siz söyleyin 1 fincan kahvenin hatırı 40 yılmış, peki ya "böylesinin"? :):)

Mutfağınızdan tarçın, ruhunuzdan vanilya kokusu eksik olmasın..

Sevgiler,
Miss Pure Vanilla

Kahve dediğin...

Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır derler, peki ya böylesinin?



Kahve, hele ki Türk Kahvesi candır, canandır..
Cananla içilen Türk Kahvesi ömürlüktür:)
Miss Pure Vanilla sunumuyla kahve ise aşka dairdir; tadı damaklarda tarifsiz, sunumu gönle şölendir..

Şimdi siz söyleyin,
1 fincan kahvenin hatırı 40 yıl ise, Miss Pure Vanilla'nın Kahvesinin hatırı kaç yıldır:)

Mutfağınızdan tarçın, ruhunuzdan vanilya kokusu eksik olmasın..

Sevgiler,
Miss Pure Vanilla

21 Kasım 2012 Çarşamba

Koca bir yaz geçti gitti..

Burada yokken koca bir yaz geçti..
Hem de öyle güzel geçti ki, yazın güzelliği yanındaki tüm sevimsizliği silik kıldı..
Geçtiğimiz yazların aksine her haftasonu "Alaçatı, Bodrum, Foça, Ada, Cunda, Teos, Seferihisar, Sığacık, Çeşme, Karaburun, Mordoğan" diye diye geçti..

Haftaiçi çalışmanın en güzel yanı haftasonu Ege'nin bize sunduklarıyla sarmaş dolaş olmakmış.. Bunu en iyi biz İzmir'liler bilirmiş..
İşte tam da bu yüzden bol çalışmalı, çok gezmeli bir yaz oldu 2012 yazı..

Çok gezmeli diyorum ama sanmayın ki,
Çok neşeli geçti..
Belki de en krizlerle dolu yazdı bu yaz..
Ama krizler hayatın bir parçası..
Ve mutluluğun kıymetini bildiren en güzel, en çirkin duygu stres..
İş hayatında yaşanan her bir kriz gündelik hallerde edinilemeyecek en büyük tecrübelermiş..
Kimi acıtan, kimi acıttıran..

2012 yazı..
İşte bitti gitti..
Önümüz kış olsa da burası İzmir..
Dünyanın en güzel şehri..
Burası benim;
Sevdiğim, güldüğüm, büyüdüğüm, ağladığım, bildiğim, yaşadığım, nefes aldığım, yediğim, içtiğim, ait olduğum şehir..

Koca bir yaz geçti gitti bu şehirden...
Üzerimden koca bir aşk geçti..
Önümüz kış evet,
Ama şehir de kış da bir başka güzel sevgiyle..

Kış mevsimi geldi diye..

Kış geldi ve biz evlere kapandık sanmayın..
Kış geldi ve biz yalnızca deniz mevsimini kapattık..
Sinema, tiyatro, konser mevsimi açılmıştır.

İlk durağımız;

Antonius ile Kleopatra / 23.11.2012


Kış geldi diye, bu ruhlarda enerji bitti sanmayın..
Buradayız,
Deniz, kum, güneş değil elbet ama..
Trivial Pursuit Turnuvaları ile yine mutlucuk perisiyiz..

Neydiii?

Mutfağınızdan tarçın, ruhunuzdan vanilya kokusu eksik olmasın :)

Sevgiler,

Miss Pure Vanilla

Hoooooppp ve işte yeniden buradayım:)

Bir baktım, aylar olmuş..
Eee neydi? Bir varmış, bir yokmuş..
İnsanlar da öyle, bir varlarmış, bir de yoklarmışş..
Yine de kimi varlıklarıyla, kimi de yokluklarıyla mutluluk verirlermiş..
Bazen varlıklarıyla mutlu olduğunu sanarken aslında yokluklarında çok daha iyi olduğumuzu görürmüşüz..
Ya da böyle bir sanılsama içine girermişizz.

İşte öyle bir şey..
Bir vardım, bir de yoktum..
Ama şimdi varım..
Yeniden..
Yeni tariflerle,
Tablo tadında şölen sofralarla..
Şölenleri başka tatlara sunarak..
Mutlulukla, mutlucukla..

PS: O kayıp zamanlar bir başka blogun hükümdarlığında şimdi..

Ve burada yalnızca şölen misali sofralar, kulağa çalınan ezgiler, hayatta minik mutluluklar yer alır..

Yeni mutlucuklarla miss pure vanilla'dan sevgilerle...

PS: Sevgili Miss Pure Tarçın'ı da çok özledim..

12 Temmuz 2012 Perşembe

Bloğumuz öksüz mü kaldı yoksa!

            Bloğumuz öksüz mü kaldı ne :(( Her yazdığımda bir sonraki yazıyı iple çekerken uzun aralar verip uzun uzun kendimi paylıyorum :)) Ama artık ne film izleyecek ne de mutfağa girebilecek bir vaktim yok.Dolayısıyla yazacakta bir şey yok aslında:))İşten eve geldiğimde pelte gibi yığılırken, önüme ne konursa onu yiyorum hatta bazen yorgunluktan yemek dahi yiyemiyorum desem.Ama keyfim çok yerinde:))
            En yorulduğum an daha çok çalıştığım anlar oldu.Tahtaya vurayım hayat çok yolunda:))Çoook mutluyum evrene pozitif enerji gönderin güzellik yapsın:))
            Gelelim neden burdayım.Çok uzun bir ara vermişiz.Yazmayı da özledim.Ama en çok paylaşmayı özledim.Geçen gün bizim kızlarla işten kalkıp taa Fatih'e Kadınlar Pazarına gittik.Taksiden iner inmez alabildiğine bir et kokusu karşıladı bizi.Karşılıklı kebapçılar kasapların arasından adını sıkça duyduğum ama hiç gitmediğim bir yere 'Sur Ocakbaşına' gittik.Hava bilmem kaç derece cayır cayır ortalık yanarken et yedik:))
             O kadar yemek yerim meğer ben Büryanı keşfetmemişim:))Büryanları ve karışık hazırladıkları sur kebapları müthişti.Kızların dediğine göre Ayranları çok güzelmiş.En son kapanışı irmikli peynirli dondurmalı tatlılarıyla yaptık enfesti.Üstelik tadilatta olmalarına rağmen çok ilgilendiler.
             Ve o kadar yenmesine rağmen hiç rahatsızlık vermedi.Ancak o kadar yedik ki ertesi sabah bile toktum:))
              Bilenler mutlaka biliyordur.Ama bilmeyenlere duyurulur.Canınız kebap isterse hele Büryan severseniz gitmelisiniz.Turistlerde oldukça rağbet gösteriyorlar.Yani İstanbul' da yaşayıp tatmadan olmaz.  Şimdiden afiyet olsun:))
               Mutfağınızdan vanilya ve tarçın kokusu eksik olmasın.Musmutlu günler geceler sizin olsun...
       
            


                                                                      Miss Pure Tarçın
           

10 Mayıs 2012 Perşembe

15.Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali

            Upuzun bir aradan sonra merhaba...Yine sığınmaya geldim bloğa.Ne de olsa benim de limanım bu:))İtiraf etmeliyim ki çok yoğun bilgisayara bakmaktan kızarmış bir günün ardından şu satırları yazmak çok güç olsa da temiz bir nefes almak için içimi döküyorum.
             Çok büyük değişiklikler yok bende.Sabır çekerek devam ediyoruz:))Burayı çok ihmal etsemde hep takip ediyorum aslında.Göz kulak oluyorum bloğuma sevgili vanilya gibi değilim:((
             Neden mi upuzun bir aradan sonra bugün yazıyorum?? Siz hiç biri sussun ve sizi dinlesin istediniz mi??Ben istiyorum valla.Blok bu boşluğu öyle dolduruyor ki...
             Gerçi birçok şey netleşti, netleşmesi gerekenler içinse sabretmeli...Kendi kendime konuşur gibi yazıyorum:))İçimden geçtiği gibi ne anlatıyorum anlaşılmadan bölük pörçük farkındayım:))Belki bir gün anlatırım:))
             Gelelim şimdiye şu an öyle huzurluyum ki...O muhteşem sesli kadın söylüyor.O söylesin sen hayal et.Cesaria Evora 'Sodade'....
              Beni bloğa yazmalıyım diye dürten konuya gelince;  15 Uçan Süpürge Uluslararası Kadın filmleri Festivali başlıyormuş.
                                                                   

           Festivalin ev sahibi yine Ankara.Ankaralılar ve Ankara da olanlar yine çok şanslı:)) Bizde gitsek :))Gidebilme imkanı olanlar kaçırmasınlar!!Kadın gözüyle kadını izleyelim!!
           Evinizden vanilya ve tarçın kokusu eksik olmasın...

                                                                                 Miss Pure Tarçın
         
         
         

9 Nisan 2012 Pazartesi

Şahane Misafir

           Aylar oldu yazmayalı..Gerçi ara sıra bazı bazı yazdım yazdım sildim.Bu aralar tek bir şeye yoğunlaştım ondan bu hallerim...Bir ara anlatırım:))
           Tekrardan yazdıran bir film oldu tabi ki...Şahane Misafir...Benim için sinema ayrıdır Ferzan Özpetek apayrıdır.Tüm filmlerini izlemişimdir hatta bazılarını birkaç kez.Cahil Periler ve Karşı Pencere defalarca izleyebileceğim en sevdiklerimdendir.Bir Ferzan Özpetek filmini anlarsınız.Bir uslübu, bir görselliği, bir tarzı vardır.
           Şahane Misafir çok kısa bir süre önce vizyona girdi.İtiraf ediyorum ki uzun süredir sinemaya beni çeken bir film yoktu.Film Festivalini ise takip etmek istememe rağmen yoğunluk nedeniyle takip edemiyorum.
           Ferzan Özpetek bir film yapmış hemen gidelim dedik Baharla:)) Bir de beklediğin bir filmi, filmden anlayan biriyle izleyince tadından yenmiyor :))Film hakkında konuşabilmekte...
           Gelelim filme.. Şahane Misafir (Magnifica Presenza )...

                                                                         
            Bir kez daha anladım ki neden Avrupa filmlerini Hollywood filmlerine tercih ediyorum.Çünkü Hollywood filmlerinde ki büyük büyük stüdyolar yerine Avrupa filmlerinin stüdyosu açık hava, yaşayan evler ,yaşayan sokaklar...
            Film vizyonda olduğu için konuyu pas geçiyorum izleyecekler vardır:))Biz ( Ben ve Bahar)  Ferzan Özpeteğin filmlerinin hepsini izlediğimizden , konuya çok şaşırdık.Ancak her filminde olan arkadaşlık bağları burada da görülüyordu ve her filmde olduğu gibi yer yer güldürü yer yer hüzün vardı.
            Filmde beni en çok etkileyen cümle ; 'Uyanma sakın! Uyuduğun sürece benim sırrımsın.Uyandığın da gerçek ve herkesin olacaksın.'
            Film müziklerini de es geçmeden...Sezen Aksu yine ruh katmış bir Ferzan Özpetek filmine daha...Nice Ferzan Özpetek filmlerine nice Sezen şarkılarına...İşte o şarkı;

              Gitmem daha...

              Gitmem daha, kanım kaynıyor hala
           Gitmem doymadım ben aşka
           Bırakmam gölgemi ardımda
           Alırım yanıma onu da
           Her şeyden korkardım küçük bir çocukken
           Şarkı söylemeyi karanlık öğretti bana
           Yalnızlıktan öğrendim binlerce masalı
           Ve hüzünden öğrendim sevmeyi
           Bir gün daha perdeler kapanmakta
           Kaçmam ben pişman olsam da
           Hayat iştahla dişlediğim elma
           Kaçmam yaşarım inadına           


                                                                              Miss Pure Tarçın
   

12 Şubat 2012 Pazar

The Bodyguard

                   
            Çok başka şeylerle başlamak geliyordu içimden...Sabah okuduğum bir haber yazının da seyrini değiştirdi.Gencecik bir kadın ölmüştü.Whitney Houston ölmüştü.Hangimiz onun o  müthiş filmini izlemedik ki...Hangimiz o müthiş filmin o müthiş şarkısını mırıldanmadık ki...
            Sinema tarihinin klasikleri arasında yer alan herkesin en az bir defa izlediği film...'The Bodyguard'.


       
           Başrollerini   Kevin Costner ve Whitney Houston'ın oynadığı 1992 yapımı filmin yönetmenliğini Mick Jackson yapmıştı.Whitney Houston'ın popüler bir şarkıcıyı canlandırdığı filmde Kevin Costner ise onunla anlaşamayan fakat korumaya çalışan  bodyguardını canlandırmıştı.Fakat bu zıt kutuplar daha sonra aşkın içinde bulmuşlardı kendilerini.
            Filmin unutulmazlarından biri de afişte yer alan bu kareydi.Filmi özetleyen bir kare...
            O filmi film yapan şeylerden biri de tabi ki unutulmaz soundtrack...

            If I should stay
            Eğer Kalırsam
            I would only be in your way
            Sadece Senin Yolunda olacağım
            So I'll go but I know
            Öyle Gideceğim Ama Biliyorum
            I'll think of you every step of the way
            Yolun Her Basamağında Seni Düşüneceğim
            And I will always love you
            Ve Seni Her zaman Seveceğim
            Will always love you
            Her zaman Seveceğim
            You, my darling you
            Sen , benim Sevgilim Sen


             Kişilerle bütünleşen filmler vardır.Whitney Houston o filmle bütünleşmişti.'Iwill always love you 'ise herkes tarafından söylenmiştir ama kimse onun kadar sevdirememiştir,hissettirememiştir.Zamana meydan okuyan bir film ve bir şarkı..
              Bir daha izlemeli bu unutulmaz filmi.İyi seyirler...Vanilya tarçın kokusuyla...
                     

                                                                                         Miss Pure Tarçın
                                                                 

Renkli Pilav

Evet, evet yine harika bi C. tarifi. Aslında tarif 8 kişilik ama ben yarım malzeme ile yaptım, malum tek kişilik hayatım.. Yine de size tam tarifi yazıyorum..

Renkli Pilav,

2 su bardağı pirinç
3 su bardağı kaynar su
3 yemek kaşığı bezelye
4 yemek kaşığı küp küp doğranmış havuç
3 yemek kaşığı mısır
3 yemek kaşığı tereyağ
1 palet tavuk bulyon (Ben daha önceden hazırlayıp buz torbasında buzluğa koyduğum tavuk suyu tabletlerimden kullandım)
1 çay kaşığı şeker

Pirinci üzerin, geçecek kadar kaynar su ile ıslatıp içine limon doğrayıp bir yemek kaşığı tuz ile bekletiyoruz. Bu pirincin bembeyaz olmasını sağlıyor.. Sevigli C.'den aldığım tüyo, bezelye ve havucu pişme süreleri ayrı olduğu için ayrı ayrı haşlanamanız gerek ama çalışan ve pratik olmak zorunda olan bir kadın için garnitür konserveleri hızır gibi yetişiyor.. Yarım saat beklettiğimiz pirinci suyun altında şefaflaşana kadar yıkayıp tereyağında kavuruyoruz.. tavuk suyunu, şekeri ve limo suyunu ekleyip kavurmaya devam ediyoruz. Mısır, bezelye ve havucu da ekleyip üzerine kaynar suyu koyuyoruz, önce yüksek ateşte sonra kısık ateşte suyunu çekene kadar pişiriyoruz. 30. dk kadar dinlendirdikten sonra servis yapıyoruz.. Ben servisi kaseye koyup tabaklara ters çevirerek yapmıştım. Pilavın rengi de lezzzeti de enfes oluyor..

Mutfağınızdan tarçın, ruhunuzdan vanilya kokusu eksik olmasın..

Sevgiler,
Miss Pure Vanilla

Hünkar'a Hünkar Beğendi

Bu tarif yine Sevgili C.'den..

Hünkar'a Hünkar Beğendi, Onunkisi tam bir Hünkar zaten:)

Hünkar; (En güzel Hünkar'lara layık :) )
Yarım kilo yağsız kuzu eti (Güvendiğiniz bir kasaptan leziz bir et almazsanız tüm emeğiniz boşa gider, Hünkar'ınıza yazık olur.)
2 diş sarımsak
1 çorba kaşığı un
1 yemek kaşığı salça
Baharat

Etleri tereyağı ile suyunu çekene kadar pişiriyoruz, unu ekliyoruz.. Salçayı, sarımsakları ve baharatı (ben özellikle karabiber, kırmızı biber ve kekik kullanıyorum)  ekledikten sonra birazcık su ekleyip düdüklüde 5 dk. kadar pişiriyoruz. Tuzu en son ekliyoruz ki lokum kıvamına gelmiş etlerimiz sertleşmesin:)

Beğendi;
3-4 Patlıcan ( mevsim itibari ile patlıcanlar çok lezzetli olmadığı için C.'nin tavsiyesi ile ben hazır közlenmiş patlıcan kullandım..)
3 çorba kaşığı un
4 çorba kaşığı tereyağ
2 su bardağı süt
1 tatlı kaşığı tuz

Unu tereyağı ile kavuruyoruz, iyice karıştırarak sütü azar azar ekliyoruz, tuzu ekliyoruz ve kıvama gelince dek karıştırarak pişiriyoruz.. Közlenmiş patlıcanları sos ile karıştırıyoruz..

Beğendinin üzerine hünkarı koyup Hünkar'ımıza servis yapıyoruz:)

Mutfağınızdan tarçın, ruhunuzdan vanilya kokusu eksik olmasın..

Sevgiler,
Miss Pure Vanilla

Kremalı Mantar Çorbası

Şimdi yayınlayacağım 3 tarif canım arkadaşım C.'den..
Kendisinin elinin lezzeti gibi, evinin temizliği, ruhunun güzelliği de ünlüdür:)



1 paket (400 gr.) mantar (Migros'da temizlenmiş, doğranmış olanları satılıyor, çok pratik..
1 orta boy soğan
3 çorba kaşığı un
1 paket krema..
4 su bardağı su

Soğanları minicik minicik doğrayım zeytinyağında kavuruyoruz, pembeleşen soğanların üzerine unu ekliyoruz . (yağı az koymuyoruz ki, içine unu eklediğimizde topar topar olmasın..) Un da kavrulup pembeleşince üzerine suyumuzu ve mantarları ekliyoruz.. Aman gözünüz korkmasın, ilk koyduğunuzda mantar lapası olacak izlenimi veriyor ama mantarlar pişip küçüldükçe çorbamız kıvama geliyor.. Altı çok açık olmadan arada bir karıştırarak mantarlar iyice yumuşayana kadar kapağı yarı açık pişiriyoruz.. Mantarlar yumuşayınca bir paket kremayı ekleyip bir taşında daha kaynatıyoruz..

Sevgili C. çıtır ekmekle servis yapıyor ama ben bu çorbayı üzerine karabiber ile daha çok seviyorum.. Tercih sizin..

Murfağınızdan tarçın, ruhunuzdan vanilya kokusu eksik olmasın..

Sevgiler,
Miss Pure Vanilla

11 Şubat 2012 Cumartesi

Hayallerin Peşinde - Revolutionary Road 2008

Aslında film yazıları genelde Sevgili Miss Pure Tarçın'dan gelir ama bugün bir değişiklik yapmak istedim..

Hayallerin Peşinde, Revolutionary Road, Kate Winslet (April)  ve Leonardo DiCaprio'nun (Frank) baş rolü paylaştığı 2008 yapımı bir film..



Filmde 1950'lerde çocukları ve huzurlu bir yaşam için kasabaya yerleşen genç bir çiftin yaşamak istedikleri hayata ulaşmak için yaptıkları ya da yap(a)madıklarını  konu alıyor.. Filmin başlangıç sahnesindeki;

April: - Nelerle ilgilenirsin?
Frank: - Bu soruyu cevaplarsam yarım saat içinde ikimizde sıkıntıdan ölmüş oluruz.

diyaloğu aslında filmin gidişatını gösteriyor..

Filmde April ne istediğini bilmeyen ama yaşadığı hayattan da mutlu olmayan bir kadını oynuyor. Tiyatro eğitimi almış fakat yaşadıkları kasabada hayallerini gerçekleştirememiş, başarısız bir tiyatro oyuncusu olmasının sorumlusu olarak da kocasını görüyor. Ağır depresyon içinde olması onun davranışlarını ve sözlerini zehirliyor. Frank ile arabada yaptıkları bir tartışma sahnesi var ki, her ikisinin de oyunculuklarına 10 puan verirken kadın erkek ilişkileri hakkında da düşünmeye sevk ediyor.

April ne istediğini bilmediği için daha önce hiç gitmediği ama Frank gidip beğendiği için güzel olduğunu söylediği için Paris'e yerleşmek istiyor.. Orada istedikleri gibi bir hayat yaşayabileceklerini düşünüyor. Üstelik bunu işinden memnun olmayan kocası için yapmak istediğini söylüyor.. Frank'da karısının hayallerine kapılacakken April'in 3. çocuklarına hamile olduğunu öğrenmesi ve bir de iş yerinde güzel bir terfi almasıyla belki de tam da yaşamak istedikleri hayatı yaşadıkları ya da en azından gelir düzeylerinin artması ile o  küçük kasabada da farklı ve ilginç bir  yaşama sahip olabileceklerini düşünüyor.

April'ın ağır depresyonu onu filmde bambaşka ruh halleriyle karşımıza çıkarıyor.. Öyle ki, onu bir gece seni hiç sevmiyorum diye orman içinde koştururken aynı gecenin sabahında ailesini mutlu, sıcak bir kahvaltı hazırlayan ev kadını rolünde görebiliyoruz. Zaten sonunda kendi buhramlarıyla birlikte Frank'in terfi alacağı gün bebeğini ve kendisini öldürüyor.. Frank şehre yerleşiyor ve iki çocuğuyla birlikte yaşamaya başlıyor..

Filmde dikkat edilmesi gereken küçük detaylardan biri Wheeler ailesinden hep övgüyle bahseden bayan Giving's in yaşananlar sonrası her zaman biraz garip bulurdum yaklaşımını sergilemesi..
Yine atlanmaması gereken bir nokta; bayan Giving's in deli oğlunun söylediği bir cümle var ki; gerçekten mutsuz bir ailede en çok çocukların yıprandığını hatırlatıyor.. (- i'm glad one thing, i'm glad i'm not gonna be that kid. / Mutlu olduğum tek bir şey var ki, o çocuk ben olmayacağım.)
Son sahne; Mr. Giving's in karısının dırdırlarından kurtulmak için işitme cihazını kapatması.. Keşke herşey için böyle çözümler olsa değil mi?

PS: Ne yazık ki, April'in bazı tavırlarında kendimi görmediğimi söylesem yalan olur.. Özellikle bunu şimdi konuşmak zorunda mıyız? kısmında.. Dışarda 3. bir göz olarak görmek iyi geldi.. Pek sevimsizceymiş.. Bu da  benim itirafım..

PS: Sevgi güzel şey:) Bu filmi izlemek de çok güzeldi..

Mutfağınızdan tarçın, ruhunuzdan vanilya  kokusu eksik olmasın..

Sevgiler,
Miss Pure Vanilla

Zeytinyağlı Enginar

Yazdığım tariflere baktım da
Çoğunda Zeytinyağlı etiketi var..
Oysa çok değil, bunda daha bir kaç yıl öncesine kadar
Değil zeytinyağlı enginarı, barbunyayı
Zeytinyağlı salata bile yemezdim ben..

Şimdi ki bu zeytinyağlı tutkum,
Aslında Sevgili Teyze S. nin eseridir,
En çok onun elinden yediğim zeytinyağlılarla sevdim ben bu enfes yemekleri..
Sonra zamanla onun tariflerine kendi damak tadımı ve tabi ki o enfes özenimle büyüleyici sevgimi kattım..
Ortaya mutlucuk perisinin büyülü sofraları çıktı..
İşte o büyülü sofralardan bir tarif,

Zeytinyağlı Enginar,


5 adet enginar göbeği
1 minik havuç,
1 ufak patates,
1 soğan,
1 tatlı kaşığı un,
2 kesme şeker
1 kahve fincanıı halis zeytinyağı
ve isteyene 1 kaşık bezelye ( ben  bezelye sevmediğim için kullanmıyorum.)
Yarım limon

Zeytinyağını tencerede kızdırın, soğanı azcık pembeleşene kadar kavurun.. Üzerine havuç ve (tuzlu suda nişastasını attırdığınız) patatesi ekleyerek kavurmaya devam edin.. Kavrulan sebzelerin üzerine enginarları, limonu, unu ve zeytinyağlının vazgeçilmezi şekeri ekleyerek kısık ateşte malzemeleri çevirin..

Ben pişirmede Tefal'in NutriCook düdüklü tenceresini kullanıyorum. Ortalama 20 dk. bir pişirme süresinin sonunda enginarımız eşsiz lezzetiyle pişmiş oluyor.. Soğuduğunda enginarların göbeğine garnitürlerimizi doldurup üzerine dere otuyla servis ediyoruz..

Aman diyip o leziz suyunu boşa harcamayın, özellikle rakı sofrasında o suya ekmek batırmak dünyanın en harika keyiflerinden biri.. Unutmayın, yemeğe koyduğunuz sevgi en çok suyunda var:)

Mutfağınızdan tarçın, ruhunuzdan vanilya kokusu eksik olmasın..

Sevgiler,
Miss Pure Vanilla

4 Şubat 2012 Cumartesi

Artist

            Soğuk günlerden sonra sıcak bir merhaba...Güzel İstanbul'um karla bembeyaz oldu da her şey durdu.Meğer iliklerime kadar üşümeyi, kar tanelerinin etrafımda dönmesini özlemişim.İş yerimin olduğu yer adeta Uludağ'ı anımsattı bize, trafik felç oldu.Çalışmalar yetersiz kaldı.Şişli Belediyesini tebrik ediyorum sabahın köründe bile tuzlama çalışmalarını gördüm.Bizim semtte hayat çok güzel devam etti yani:))
             Şimdi kar gitti griliğe döndük.Geri gel kar biraz temizlenelim:))
             Her pazar yazdığım sinema yazısını büyük bir heyecanla bugün yazmak istedim.İzlediğim muhteşem bir filmi sıcağı sıcağına paylaşmanın hevesi var içimde...Atlamamamız gereken bir güzellik.'Artist ( The Artist ) '


             

              En son yazımda bir Fransız filmi yazmıştım hemen ardından yeni bir Fransız filminin olması tesadüf oldu.İzleyince içimden 'Keşke böyle bir film daha önce çekilseydi.'dedim.
              Gelelim filme ; Michel Hazanavicius 'un yönetmenliğini yaptığı filmde Jean Dujardin ve Bérénice Bejo başrollerde.1927'ler sessiz sinema dönemi...George Valentin ( Jean Dujardin) ise sessiz sinema döneminin en popüler oyuncusu...Peppy Miller (Bérénice Bejo) ise figüran... Sessiz sinema yerini sesin kullanılmaya başlanmasına bırakınca George Valentin'in popülerliği de yerini Peppy Miller'a bırakır.George gururlu davranır ve hayatının akışı tersine döner.George düşerken Peppy yükselir.
                Konuyu çok fazla anlatmak istemiyorum.Bildik bir hikaye o kadar eğlenceli ve farklı anlatılmış ki..Film en sonuna kadar sessiz sadece aralarda bir kaç cümle okuyorsunuz.Bu tarafıyla da sessiz sinemaya siyah beyaza, bir  saygı duruşu.Sahneler çok güzel kurgulanmış.Çok güzel atıfta bulunulmuş o döneme.Filmin en sonunda da beklentimi karşılayıp sürprizlerini yaptılar:)
                Filmi izledikten sonra sessiz bir filmin altından ancak iyi bir oyunculuk kalkabilirdi diye düşündüm.Jean Dujardin ve Bérénice Bejo çok güzel bir ikili olmuş , çok güzel paslaşmışlar.Dujardin ve Bejo dışında kimseyi yakıştıramazdım bu filme.Asil duruşları ve karizmaları o döneme ait bir iz.
                 Jean Dujardin'e gelince hani filmin en başından en sonuna bu kadar mı izlettirebilir bir oyuncu kendini.Dujardin'e bu rolü Cannes film festivalinde 'En iyi erkek oyuncu' ödülünü kazandırdı.Bence Oscar'ın da en kuvvetli adayı.Oscar'ı alacağını düşünüyorum.(Dujardin'in karizması ve yakışıklılığını da atlamayacağım:))
                  Jean Dujardin'in filmde ki Clark Gable Ayhan Işık arası bıyıklı  hali de ,Bejo 'nun saçları da o döneme vurgu yapmış:))
                   Film de etkilendiğim bana göre en güzel noktayı da söylemeden edemeyeceğim.George Valentin
Peppy'e 'Aktrist olmak istiyorsan başkalarında olmayan bir şey olmalı sende' der ve dudağına kalemle bir ben yapar.Bir adamın bir kadına bakışı ,keşfedişi ve sanatçının farklılığına yapılan bu vurgu çok hoşuma gitti.
                   Günümüze yorumlamak gerekirse bence bu cümle medyatik ve sanatçı arasında ki farkın da altını çiziyor:))
                    Bu filmi düşünüp hayata geçirenlerin ellerine sağlık.Şimdiden iyi seyirler.Vanilya ve tarçın kokusuyla...

                                                                                                Miss Pure Tarçın
                 
                 
               
                                                               

22 Ocak 2012 Pazar

Acı Tatlı Tesadüfler

            Bir pazar ve sinema günü :)) Birazcık önce izlediğim bir filmi paylaşmak istedim.Fransız sinamasının başarılı yönetmeni  Cédric klapisch'ten Acı Tatlı Tesadüfler...

                                                 
                                                                               


           Başrollerini Karin Viard ve Gilles Lellouche 'in paylaştığı filmde; bekar bir anne olan France iş yeri kapanıp işsiz kalınca; üç çocuğuna bakabilmek için tek başına Paris'e gider.Borsacı Steve'in evinde hizmetçi olarak  çalışmaya başlar.Steve ise France ' in iş yerinin kapanmasına neden olan kişidir.İkisi de bu durumdan habersiz acı tatlı durumlar yaşayacaklardır.
           Özellikle ideal baba figürü ,bekar erkeğin yaşam biçimi , anne figürü filmde çok güzel işlenmişti.Ayrıca çapkın bir erkeğinde beklediği bir kadın olabiliyormuş :))
            Sonunu daha farklı hayal etmiştim ama  birçok Fransız filminde oyanayan Gilles Lellouche çok başarılı bir performans sergilemişti.Klasik bir konu farklı yorumlanmıştı.Bence senaryonun önüne geçen oyunculuktu.Ayrıca ben afişi çok sevdim :))
             Güzel musmutlu pazartesiler...
             Filmi vanilyalı mumla izleyin :)) Salonunuzdan vanilya tarçın kokusu eksik olmasın...
           

1 Mutluluk 1 Kabus

            Herkese merhaba..Uzun aralar vermemeye çalışırken yoğun iş tempom aralara sebep oluyor :))Yazmayı  özledim.Bir yazım bir sildim.En iyisi akışına bırakmak :)) Kar geldi özlediğimiz kar...Yere un dökülmüş gibi bir efekt verdi bize ama trafiği felç etmeye yetti.Okullarda bitti İstanbul trafiği rahatlayacak sanırım:))
             Tüm karne alan miniklere iyi tatiller :))
              Ben de dün kendime bir tatil verdim.Can arkadaşım Bahar'la City's Avm de bulduk kendimizi.İlk iyi haberden başlayım.Victoria Secret City's Avm de açılmış.Önce bir gözlerime inanamadım.Hemen girdik allahım içerisi nasıl güzel dekore edilmiş nasıl güzel kokuyor.Pasaport kılıfı bile var hemde çok şık :))
              Ve benim için Victoria Secret demek olan Vanilla Lace vücut spreyim :)) hemen alındı.Daha pek çok çeşit vücut spreyi, parfüm, vücut kremi makyaj malzemeleri , ve daha birçok ürün.Sevgili Miss Pure Vanilya ; Victoria Secret vanilya çok başarılı :))
               Gelelim ikinci olaya Yemek yemek için City's yemek katındaki Burger King e uğradık.Bahar'la iki menü alıp oturduk.Tam yemeye başladık ki Burger King'in kendi ürünü olan ambalajlı paketindeki ketçabının ortasında bir sinek gömülmüş.Allahtan Bahar erken farketti de yemeğin başında farkettik.Ketçap hemen ilgilere gösterildi ve tek yaptıkları para iadesi oldu.Sorarım eğer  bir Pr bir İletişim departmanları varsa bizim en azından mailimizi telefonumuzu alıp bize geri dönmeleri gerekmez mi ?? Evet böyle bir hijyen açığının açıklanamayacağı kanısındayım lakin müşteri memnuniyeti denen birşey var.Reklamlarda gördüğümüz ışıltıyı yediğimiz yemekte de görmek isteriz değil mi ??
                Anne lafına gelinir mi evet gelinir : )) Annem ' Evinde ye mis miss .Kimin eli değdiğini bil.'Anneler her zaman haklıdır:))
       

                                                                            Miss Pure Tarçın

13 Ocak 2012 Cuma

Hasta Balık Çorbası

Kış aylarının en sevdiğim yemeğidir çorbalar..
Mevsimin soğuğuna rağmen içini ısıtır,
Havanın karanlığına inat renk katar gününe,
Tatsız kış günlerine lezzet katar çorbalar..

İşte o leziz çorbalardan biri,
Üstelik hastalıkların kasıp kavurduğu şu günlerde ilaç niyetine;

Hasta Balık Çorbası


1 kahve fincanı tel şehriye
1.5 yemek kaşığı salça ya da mevsiminde 3 olgun domates
1 yemek kaşığı tereyağ
1lt su
1 limon
Bir kaç dal maydonoz

domates ya da domates salçasını tereyağında iyice kavuruyoruz, üzerine 1lt kaynamış su ekleyip bir kaç dakika kaynattıktan sonra içine şehriyeleri ve sıktığımız 1 limonun suyunu ekleyip şehriyeler uzayıp balık kıvamına gelene kadar pişiriyoruz. Normalde üzerine bir kaç dal maydonoz kıyıp servis yapıyorum ama bu kez çorba annem tarafından yapıldığı için annem nane ile servis yaptı.

Neymiş, annelerin yaptığı her şey güzel olmuş..
Neymiş, annelerin yaptığı tüm çorbalar hastalığa iyi gelirmiş..
Neymiş, anneler bir taneymiş..

Mutfağınızdan tarçın, ruhunuzdan vanilya kokusu eksik olmasın..

Sevgiler,
Miss Pure Vanilla

7 Ocak 2012 Cumartesi

Kurtuluş Son Durak

            Ölü aşk diyarlarına beni sen attın da
            İçim paramparça
            Viraneyim yalan oldum...
            Sesin yankı olur boğar her adımda
            İçim paramparça
            Viraneyim duman oldum..
             ****
            Haykırsam
            Ellerimi açsam yalnız sana
            Ağlasam çocuk gibi
            Eskileri anlatsam
            Derviş gibi abdal gibi tapar gibi..
            Paramparça..
            Haykırsam çocuk gibi..

            2012 'de merhaba :))Müthiş güzel bir filmden gelip yukarda yazdığım Halil Sezei'nin Paramparça şarkısı eşliğinde yazıyorum sizlere.Çok güzel bir şarkı bu aralar en sık dinlediğim şarkı...
            2012 de müthiş bir yıl başı akşamından sonra yeni yılın ilk olayı babamın parmak ameliyatıydı.Çok şükür ameliyat bitti ve nefes aldık.Alçısı çıkınca daha güzel olacak inşallah.
            Yanımda olan tüm dostlarıma teşekkürler.Tüm hekimlere de sabır ve kolaylıklar diliyorum.
            Gelelim bugüne.Uzun bir aradan sonra çok keyifli vakit geçirdim.Öğlen kalktım uzunca bir kahvaltı ettim.En sevdiğim en herşeyi unuttuğum yere pazara gittim.Alışveriş yaptım.Sonra adını sık sık andığım Bahar'la upuzun bir yemek ve çay seansından sonra ikimizinde izlemek için sabırsızlandığı vizyona girmesini heyecanla  beklediğimiz filme; Kurtuluş Son Durak'a gittik.






              Oyuncu kadrosunu görünce yüksek bir beklentiyle gittik filme.Beklentimizi boşa çıkarmadılar.Ellerine sağlık:))Senaryosunu Barış Pirhasan'ın yazdığı yönetmenliğini Yusuf Pirhasan'ın yaptığı filmde Demet Akbağ ,Belçim Bilgin, Asuman Dabak,Nihal Yalçın Ayten Soykök ,Damla Sönmez ,Mete Horozoğlu,Ahmet Mümtaz Taylan Ve Yavuz Bingöl gibi çok iyi bir oyuncu kadrosu var.
  Konusuna gelince; psikolog Eylem nikaha 2 hafta kala nişanlısından  ayrılınca nişanlısıyla tuttuğu eve Kurtuluş son duraktaki saadet apartmanına tek başına  taşınır.Ağır bir depresyona girince saadet apartmanının meraklı kadınları; Vartanuş ,Goncagül , Füsun Gülnur ve kızı Tülay,  Eyleme yardım etmeye çalışır.Eyleme yardım etmeye çalışan bu kadınların ise her birinin ayı hikayeleri vardır ama aslında sorunları ortaktır.Şiddetin her türlüsüne karşı bu kadınlar el ele verince ardı ardına olayların içinde bulurlar kendilerini.Sorunları komedi unsurlarıyla ele alıp solonu kahkahaya boğan bu filmde Nihal Yalçının döktürdüğünü düşünüyorum.Harika bir oyunculuğu ve çok başarılı bir sesi var.Ayrıca Mete Horozoğlunun performansı da çok iyiydi.Pembe fularlar çok güzel bir simgeydi.Ben sadece filmin sonunda bir hayal kırıklığına uğradım daha farklı bağlanabileceğini düşünmüştüm.Bir pazar günü harika vakit geçirmek isteyenlere tavsiye ederim.Keyifli vakit geçirmek garanti:))İyi seyirler..                                                                            

                                             Miss Pure Tarçın                                                                        

2 Ocak 2012 Pazartesi